İçeriğe geç
Anasayfa » Blog » EVRENSEL BİR DİL OLAN PAYLAŞIMIN YÜKSELİŞİ

EVRENSEL BİR DİL OLAN PAYLAŞIMIN YÜKSELİŞİ

Paylaşmak, tüm toplumlarda  kazandırılmak istenen temel alışkanlıklardan biridir. Öyle ki henüz çocukken ebeveynlerimizin paylaşmakla ilgili söylediklerini çok net hatırlıyoruzdur. Örf ve adetlerimiz, tüm dini ritüeller, kırsalda imece usulü emek paylaşımları, komşum açken tok olamam gibi paylaşım bilincimiz, diğer tutum ve davranışlarımızı da etkilemiş, sosyalleşmenin, yardımlaşmanın önemini, hepimiz birimiz için, birimiz hepimiz için bilincini de yükseltmiştir, ta ki önemli bir devrimin eşiğine gelene kadar…

Sanayi devrimiyle beraber, Avrupa ve Amerika’daki büyük ölçüde kırsal, tarımsal toplumlar sanayileşiyor, kentsel toplumlara dönüştüren bir gelişmeye doğru ilerliyordu. Sanayi Devrimi, İngiltere’de başladı ve 1830’lar ve 40’larda Amerika Birleşik Devletleri dahil olmak üzere dünyanın geri kalanına yayıldı. 19. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın başlarına kadar süren birçok endüstride hızlı ilerlemeler görüldü.

Birçok insan sanayi devriminden önce kırsal alanlardan, şehirlere taşınmaya başladı. Bu hızlı kentleşme, aşırı kalabalık, şehirlerde kirlilik, yetersiz kanalizasyon ve temiz içme suyu eksikliği gibi bir dizi zorlukları da beraberinde getirdi. Bu üretme biçimi zamanla ürünlerin pazarlanması ve bu ürünlerin bir an önce satılmasını da gerektiriyordu. Reklam kampanyalarını gözden geçirirseniz aslında ne kadar gereksiz bir satın alma fikrine sürüklendiğimizi de görebilirsiniz.Kapitalizmin hız kazandığı 80’li yıllar ve taçlandığı 90’lı yıllardan sonra tüm dünyada tüketimin üst seviyelere çıktığı da saklanamaz bir gerçektir.

İyi de bu kapitalizm ne istiyordu bizden? Kapitalist sistemde amaç; doyuma ulaşması mümkün olmayan istemleri uyandırmak ve onları harekete geçirerek bireyleri birer sadık tüketici yapmaktır. Dolayısıyla kapitalizmin tüketici kültüründe tüketim, hiçbir zaman yerine koyulamayacak duygusal eksikliklere seslenmekte, bu duygusal eksiklik, tüketim toplumunu ayakta tutan, onu durmadan üreten ve tüketen bir işlevi yerine getirmeye zorlamaktadır. Bu işlevi canlı tutmanın yöntemi ise, içgüdü ve bilinçaltı dünyasını canlı tutmaktan geçmektedir.

2000’li yıllara gelindiğinde birçok ekonomik krizle baş etmek zorunda kaldık. Teknolojik gelişmeler ve internetin yaygınlaşması dünyanın her yerinde insanlarla birçok bilgiyi paylaşmayı da beraberinde getirdi.

Covid 19 ile birlikte tüm dünya pandeminin etkilerini iliklerine kadar hissetti.  Evlerimize kapanmak zorunda kaldığımız  günlerde, asıl zenginliğin aslında insan olduğunu, birbirimiz olmadan hiç olduğumuzu anladık. Ne kadar tüketirsek tüketelim, bir yakınımızla gıybeti bile paylaşamamanın  eksikliğini çektiğimizi itiraf edelim. Birçok kişinin sağlığını, işini, yakınlarını kaybettiği  dönemde;  sevgimizin, umutlarımızın, sahip olduklarımızın, paylaşmanın değerini tekrar hatırladık ve deneyimledik. 

İhtiyacımız oranında almak ve ihtiyacımız kadar tüketme bilinci, fazla olanı çevremizle paylaşma isteği tekrar yükseliyor. İhtiyacımız dışında aldığımız her ürün toprağa, havaya, suya zarar vermekte, elbette bütçemize de… Fazlasıyla aldığımız, biriktirdiğimiz, küçük ev depolarımızı açtığımız ,”ben kullandım sıra sende” mantığımız her geçen artıyor. Konuştuğum herkes bunun önemini vurguluyor. Paylaşmak bizi sosyal, doğanın nimetlerine ve emeğe saygılı, aynı zamanda da kendi değerimizi bilen bireyler haline getiriyor. Sahip olduklarımızı sevgimizi, mutluluğumuzu, umutlarımızı, bilgimizi, paylaşıyoruz. Sosyal bir varlık olan insanın buna çok ihtiyacı var.

Umudun ve güzelliklerin hep var olması, paylaşarak çoğalması dileğiyle…